Bu gün 23 Şubat 2015, Yine bir vergi haftasındayız. Her yıl Şubat ayının son haftasında yapılan kutlamalardaki amacımız, ülkemizde vergi bilincinin oluşmasını sağlamak. Moda deyimle vatandaşlarda farkındalık oluşturarak verginin tabana yayılmasını sağlamak. Gerçi bizim gibi ülkelerde farkındalık oluşturarak verginin tabana yayılması mümkün olmadığından biz de vergiyi tabana yaymayı fakındasızlık oluşturarak yapmışız.
Nasıl mı?
Çok kolay. Dolaylı vergilerle. Hani Rahmetli Kemal SUNAL diyor ya “Kibritle yaktım hocam.” onun gibi bir şey işte.
Hani vergi gelir üzerinden alınıyordu?
Bak sen, bu zamanda gelirin vergisi mi olurmuş? Vergi tüketimden alınır. Adını da KDV, ÖTV, ÖİV, DV, HK vs. koyarsın, mal ve hizmetler üzerine yüklersin, harcamayı yapan da malın fiyatı bu der farkında olmadan, hissetmeden, vergi artışlarına tepki göstermeden öder geçer.
Yazıyı yazarken baktım, TUSİAD ın 2012 yılında yaptırmış olduğu “Dolaylı ve Dolaysız vergilerin Türk Mali Sistemindeki Yeri” konulu araştırmada, ülkemizde dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki oranının 2011 yılında % 67,6 olduğu belirlenmiştir. Bu oran şimdi daha da yüksektir.
İşte biz vergi haftalarında vergi farkındalığı oluşturmaya çalışırken aslında yapılan Vergi farkındasızlığı.
Bir de, biz Defyader olarak geçmişteki üstatlarımızın hayat hikayelerini ve yaşarken bırakmış oldukları eserleri hatırlayarak Defterdarlık müessesinin tarihi değerini ve önemini bu haftada vurgulamaya çalışıyoruz.
Bu yıl ki anacağımız üstadımız Nazlı Mahmud Efendi. Kanuni devri Osmanlı maliyesinde takriben yedi yıl baş defterdar olarak bulunmuştur. Günümüzden yaklaşık 460 yıl önce. Kendisi İstanbulluymuş ve Nazlı Mahmud Çelebi adıyla tanınırmış. Hat sanatıyla ilgilenip, bu yolda devir açan Şeyh Hamdullah’dan aklam-ı sitte denilen altı cins yazıyı meşk ettiği söylenir.
Üstadımıza “nazlı”lakabının niçin verildiğini bilmiyoruz. Bizim bildiğimiz, “naz” hanımlara, “niyaz” da beylere yakışır. Erkekler için Nazlı sıfatı kullanılmaz. Prof. Uğur Derman ”Hazineden parayı çok nazla çıkardığı için böyle denmiş olmalı” diyor.
Üstadın Başdefterdarlığa ilk tayini 17 Eylül 1537, azli ise 1542’dedir. İkinci defa 1544’te Başdefterdar olup, bu vazifesini 1546 yılındaki ölümüne kadar sürdürmüştür. Defterdarlık o zamanlar o kadar büyük görevlerdendi ki, Halil İnalcık’ın bildirdiğine göre, “en yüksek devlet memurluklarına ancak veziriazamlık için 80.000, defterdarlık için 40, 50.000 altın gibi muazzam rüşvetlerle gelinebiliniyordu.” Tabii üstadımızın rüşvetle mi, yoksa liyakatle mi bu göreve geldiğini bilmiyoruz. Ancak, o zamanları araştıran tarihçilerinin anlattığı bu. Verdikleri bu muazzam rüşvetleri nasıl geri aldıklarını ben bilmem!
Üstadımızı özel yapan ise;
Günümüzden yaklaşık 460 yıl önce Eyüp kıyısına yaptırmış olduğu çatılı ve ahşap cami ve etrafındaki külliye. Ben o semti görmedim, bilmiyorum ama semtin Defterdar adı da buradan geliyormuş zaten. Bu cami, dünyadaki tüm tapınaklar arasında apayrı bir öneme sahiptir. Yeryüzündeki hiçbir tapınakta olmayan özelliğiyle Defterdar Camii, uygarlık denilen satranç oyununda çok güçlü bir taş değerindedir.
Hepimizin bildiği gibi; Tapınakların en üst noktalarında ya da gözle görülen bir yerlerinde temsil ettikleri dinin sembolleri vardır; örneğin, bir kilisenin çan kulesinde haç, sinagog da ise Davudi yıldız göze çarpar. Camilerimizin en üst noktasına ise hilal konulur. Oysa, Üstadımız Nazlı Mahmut Efendi, mimarı Koca Sinan olan caminin alemine hilal değil, o dönemin yazı araç gereçleri olan hokka ve kalem koydurtur! İşte, bu özelliğiyle Defterdar Cami, tüm tapınaklar arasından öne, en öne çıkar. Yeryüzünde en üst noktasında aydınlanma araçları olan hokka ve kalemin olduğu başka bir tapınak yoktur. Bu özellik dünyanın bir başka köşesinde, özellikle Batı’daki bir tapınakta olsaydı hepimizin haberi olurdu. Üstelik bunu bir padişah, şeyhülislam, kazasker, nişancı falan yapmıyor. Bunu yapan bir defterdar ve biz bilmiyoruz!
Bir de efsanesi var hokka ve kalemin; Üstadımız Mahmud Efendi hakkında dedikodu başlamış. “Haram yedi” diye. “Yediysem” demiş, Üstadımız, “Şu havaya attığım hokka ve kalem yere düşer. Yemediysem, gider minarenin tepesine yapışır.” Fırlatmış, ikisini de ve Hokka ile Kalem, gitmiş tam alemin yerine oturmuş.
Yolum düşerse ben gideceğim, yolunuz düşerse sizde gidin. Haliç’in en ucuna, Feshane’nin oralarda, Defterdar Camisi’nin minaresine doğru kaldırın başınızı ve en tepedeki divite, hokka ile kaleme bakın.
Üstadlık aşaması bireyin işinde zirveye çıktığı, orta yaş krizini atlattığı, mevcut işini tamamen kabullendiği aşamadır. Bireylerde bu aşamadan sonra genellikle emeklilik gelir. Üstadlık aşamasında birey işiyle ilgili tüm incelikleri tabiri caizse püf noktalarını öğrenmiştir. İşin teknik boyutundan ziyade mental boyutu üzerinde astlarına sözler söylemekte onlara fikirlerini aktarmaktadır.
Üstadımızda bize eğitimin önemini, kutsallığını aktarmaya çalışmış. Kitabı “Oku” diye başlayan dinin mabedinin tepesine yazı araçlarını yerleştirmiş. Görelim onu. Dünyada ilk ve tek. Görüp ve gururlanalım. Atalarımızla, Üstadımız Nazlı Mahmud Efendiyle, Tarihimiz ve bu ülkeye kattıklarımızla.
Üstadımızı saygı ve rahmetle anarken, hepinizin Vergi Haftasını kutluyor, Defterdarlık müessesinin başına bu müessesenin saygınlığına zarar vermeyecek insanların atanmasını umuyorum. 23 Şubat 2015