Bir Sınav Hikayesi ve Daha İyilerin Kaybedişi……..
Sabah saat 10:00. Çalışma masamda oturmuş, bir gün önce ödenmek için bankaya gönderdiğimiz ödeme emirleri listesini inceliyordum. Telefon çaldı, ekrana baktım: Bayan Personel Müdürü.
- Efendim müdüre hanım
- Müdür Bey, Defterdar Yardımcılığı sınavı açılmış,
- Öyle mi? Duyuru ne zaman yapıldı?
- Bugün. Müracaat edecek misiniz?
- Bilmem, ederim herhalde. Siz?
- Ben müracaat edeceğim.
- Konular ne?
- Web sitesinde duyuru var.
- Tamam bakayım.
Telefonu kapattım. Bakanlık web sitesini açtım. Sınav konuları 14 başlık halinde düzenlenmiş. Bir adet çıktı alıp kontrol ettim.
-Olabilir, dedim.
Sınav konularının çıktılarını almaya başladım yavaş yavaş çalışayım diye.
Duyuruda Milli Emlak konuları için genel ifade kullanıldığından Milli Emlak Müdürüne sorup önemli yerler neyse onlara çalışayım dedim. Zaman biraz kısa yetişmeyebilir.
Milli Emlak Müdürü ile görüşmeye gittim.
- Merhaba Müdür Bey.
- Merhaba Müdürüm.
- Defterdar Yardımcılığı sınavı var. Milli Emlak’ tan neyi sorarlar?
- Müdürüm, o kadar çok konu var ki hangi birisini söyleyeyim. Kadastro, Satış, Ecrimisil, Kira, Devlet Malları, Kıyı Kanunu, İmar, Kamulaştırma, Tahsis, Mera……
- Biliyorum Müdürüm bunları da, sence hangisinden çıkar?
- Ben bir araştırayım, sana en güzel şekilde konuları vereyim.
- Tamam Müdürüm. Sağ ol. Zahmet olacak.
- Ne zahmeti, canım kurban olsun.
- Hoşça kal.
- Sağ ol.
Müdür beyin yanından ayrıldım. Odama geçip sınav konularının dokümanlarını hazırlamaya başladım. Yirmi beş, otuz kadar doküman oluştu. Ertesi gün yine Milli Emlak Müdürünün yanına vardım, dokümanları sordum.
Hazırladım Müdür Bey
- Kaç sayfa?
- Çok değil. Arkadaşların 600 sayfalık bir çalışması var. Ona ilaveten şu yönetmeliği, şu tebliğleri ve şu genelgeleri okursan sorular bunlardan çıkar. Başka yerden çıkmaz. En önemlisi de şu yönetmelik. Diğerlerinin bundan haberi yok. Sadece sana söylüyorum.
Yalan oysaki. Benden önce Personel Müdürüne, benden sonra da Saymanlık Müdürlerine aynı şeyi söylemişti.
Dokümanları alıp çalışmaya başladım. İlgili mevzuat içerisinde birbirine benzer çeşitli konular vardı.
Sınava birkaç sayman ve müdür beraber müracaat etmiştik. Çalışılması gereken konuları tespit ettikten sonra, kendimize göre bir çalışma planı yapıp o plana göre çalışmaya başladık. Herkes ayrı ayrı çalışıyordu. Biraz kitaplardan, biraz bilgisayar çıktılarından, biraz açıklamalı kaynaklardan, biraz bilgisayarda kayıt yaparak çalıştık da çalıştık. Ta ki sınav gününe bir gün kalana kadar. İzin de kullanmıştık bu arada, gece çalışmak daha faydalı olur diye.
Taşranın başka yerinde başka saymanlar da benzer durumlarda sınavı kazanmak için hazırlık yapıyor, gecelerini gündüzlerine katarak ders çalışıyorlardı.
Yine taşranın başka bir yerinde Ufuk, sınava hazırlık yapıyordu. Duyuru ilan edilir edilmez müracaat etmiş ve Personel Müdürünü her gün arayarak başvuru formunun Bakanlığa gönderilip gönderilmediğini sormaktaydı. Sonunda Personel Müdürü başvuru formlarını Bakanlığa göndermiş, Ufuk da rahatlamıştı. Ufuk çalışacağı konulara ait dokümanları hazırlamış, takvimi önüne almış, izin hesaplıyordu. Hesabını yaptı, yaptığı hazırlığın üzerine otuz gün daha çalışsa sınavı kazanacağına inandı. Biraz da hafta sonu tatillerinden yararlanarak otuz günü tamamlayacak şekilde yirmi dört gün izin aldı.
Kendisini bir odaya kapatmıştı Ufuk. Kimsenin rahatsız etmesini istemiyordu. Her gün sabah 06.00’da ders çalışmaya başlıyor, gece 24.00’te bırakıyordu. Hiç dışarı çıkmıyor, bulunduğu odanın perdelerini dahi açmıyordu. Çalıştıkça çalıştı ufuk. Ezberledi, tekrar ezberledi, yetmedi tekrar ezberledi. Kel kafasının altında duran beynine okuduğu bütün mevzuatı yerleştirmişti. Sınavda sorular sorulunca nasıl cevaplandıracağını düşünüyor ve karşı duvara bakıyordu. “Evet, şu duvarda ilgili mevzuat asılıymış gibi bakacağım ve cevaplarımı yazacağım” diyordu. Rahatlıyordu bunları düşünürken. Kel kafasına eliyle şaplak atarak: “Tamam tamam, sen bu işi halledersin” diyordu kendi kendine.
Hazırlıklar tamamlandı, bavullar toplandı. Sınav için, Ankara’ya hareket için her şey hazır. Gece saat 23.00’dı. Çantayı toplayıp evden ayrıldım. Hafif bir yağmur vardı. Şemsiyemi açtım ve yaya olarak otogarın yolunu tuttum. Otogara vardığımda otobüs perondaydı. Çantamı verip otogar içerisinde sağa sola yürümeye başladım. Az sonra Bayan Personel Müdürü de geldi. Bir bavulu ve elinde bir çantası vardı. Nezaket olsun diye bavulu ben alayım dedim. Elimi bavula attım. Bavul yerinden kıpırdamıyordu.
-Ne var bunun içinde, diye sordum.
- Kitap, dedi.
- Ne yapacaksın?
- Okuyacağım.
- Bir günde mi?
- Evet.
-İyi,
Dedim ve bavulu otobüsün yanına kadar sürükleyerek götürdüm. Bavulu bagaja bıraktık. Çanta yanında kaldı. Otobüsün hareket saati geldi ve hareket ettik. Hareket saatinden varış saatine kadar çantasındaki dokümanları karıştırdı durdu. Sabah 07.00 gibi Aşti’ ye vardık. Bavulları aldık, kalacağımız yere hareket ettik. Yarım saat sonra ikamet edeceğimiz yere varmıştık. Odalarımızı aldık ve çalışmaya devam etmek için odalara çekildik. Bayan Personel Müdürü saat 15.00 gibi indi ve yemeğe çıkmak istedi. Yemeğe çıktık. Yemek sırasında bize çeşitli sorular sormakta ve nasıl bir sınav olacağı, soruların ağırlık noktasının neresi olacağı konularında yorumlar yapmaktaydı. Yemekten sonra tekrar odalarımıza çekildik ve ertesi sabah saat 08.00’ de buluştuk. Güzel bir kahvaltı sonrası Bakanlığa, sınavın yapılacağı yere vardık.
Bizimle aynı saatlerde taşranın başka bir yerinden Ufuk’da Ankara’ya hareket için hazırlık yapıyordu. Düşmana taarruza geçmeden silahına, teçhizatına bakan asker gibiydi. Önce yolda ve ikamet edeceği yerde çalışmak için gerekli olan dokümanları kontrol etti, sonra sınavda kullanacağı malzemeleri, hepsini tekrar tekrar kontrol ettikten sonra tamam olduğuna kanaat getirdi ve oda Ankara’nın yolunu tuttu.
Saat 09.00 gibi Bakanlıkta sınavın yapılacağı yemekhanenin önüne vardığımızda, merdivenlerin önündeki sahanlıkta 40, 45 kişi kadar toplanmış, çeşitli yorumlar yapmaktaydılar. Bir o kadar kişi de bahçede üçerli beşerli gruplar halinde toplanmış sohbet ediyorlar, bir taraftan da geleni gideni göz ucuyla kontrol edip, grup içerisindeki arkadaşlarının bilgi seviyelerini de anlamaya çalışıyorlardı. Hem merdiven sahanlığında toplananlar, hem de aşağıda gruplar halinde toplananlar yeni gelenlere pis pis bakmakta, bu da mı geldi diye içlerinden geçirmektedirler. Gelenler de gerek sahanlıkta, gerekse aşağıda toplananlara pis, pis bakıyorlardı. Ne de olsa oradaki herkes rakipti.
Saat 09.45’ te sınav salonuna alındık. Salonda Ufuk’a rastladım. Ne var ne yok gibi normal kelimeleri kullandıktan sonra, hazırlanıp hazırlanamadığını sordum. Hazırlanamadığını söyledi. Yalan oysa onunda benim gibi gecesini gündüzüne katarak nasıl çalıştığı yukarıda anlattığım gibiydi. Bir bardak su aldı, salonda adına ayrılan masasına geldi. Kalemlerini masanın üzerine bıraktı 12 adet kurşun kalem, 8 tanesi normal uçları iyi açılmış, 4 tanesi uçlu. Uçluların ikisi 07, ikisi 05. Sonra silgileri çıkardı. 4 adet değişik renkte silgi, silgilerin iyi silip silmediği defalarca kontrol edilmiş. İki kalem açacağı, ikişer kutu uç, hepsi masanın üzerinde. Ufuk soruları bekliyor. Birden aklına çalıştıkları geldi, Elini kel başının üzerine götürdü, parmakları ile kafasını yoklamaya başladı. İşte 5018 burada, İhale Kanunları hemen arkasında, vergi biraz daha arkada. Her parmağını kafasındaki değişik noktalara vurarak sanki yasaların olduğu yeri tespit ediyordu. Birden terlemeye başladı, Sanki hafızasında olan bilgiler kel kafasından çıkan ter damlalarıyla beyninden uçup gidecekti. Tedirgin oldu, kafasını başka bir saymandan aldığı kağıt mendille sildi, düşündü ve Milli Emlak Mevzuatından hiç bir şey aklında olmadığını fark etti. Daha sorular dağıtılmadan Ufuk’u sıkıntı iyice basmaya başlamıştı.
Dağıtıldı sorular. Baktı sorulara, elini kafasına götürdü, hafızasını kontrol etti. 5018, İhale Kanunları, harcırah, bilgi edinme… Hepsi hafızasındaydı ama sorular içerisinde yoktu. İyuk , Milli Emlak, hazine davaları yoktu hafızasında. Ancak sorular içerisinde vardı. Panikledi, ne yapacağını şaşırdı. Yapabileceklerini yaptı, evde yaptığı prova gibi duvara baktı, bir şey göremedi. Hafızasını zorladı, yine olmadı. Sonunda sınav süresi bitti ve sınavdan en son o çıktı.
Aynı salonun başka bir masasında, aynı kaderi Ufuk’la ben de yaşıyordum. Soru kağıdını elime alınca yapamayacağımı anladım ve sınav salonundan çıkmak istedim. Tam çıkacakken salon başkanı “Yarım saat dolmadan kimse çıkamaz” dedi. “Bu zaman zarfında biraz bir şeyler karalayayım” dedim. Ne yazdığımı tam olarak bilmiyorum. Bir türlü konsantrasyon sağlayamadım. Biraz zaman geçti, ben biraz karaladım ve sınav salonundan çıktım. Salonun başka masalarında başka arkadaşlar da aynı kaderi paylaşıyordu. Bazıları sorunun (a) istediği yerde durumu yumuşak (ğ) ile idare etmeye çalışıyorlardı. Sekseni aşkın insan aynı kaderi paylaşmıştı.
Sınavdan çıktıktan sonra Ufuk Kızılay’da arkadaşıyla yol almakta ve arkadaşı Ufuk’a soruları nasıl cevapladığı sormaktaydı. Aralarında geçen konuşmada arkadaşı, Ufuk’un verdiği cevapları yanlışa çıkarmaktaydı. Ufuk, arkadaşının verdiği cevaplarla kendi yaptıklarını karşılaştırdıkça kendi yanlışları çıkıyor ve Ufuk’u iyice sıkıntı basıyordu. Kızılay’da bir aşağı, bir yukarı derken ne kadar yürüdüklerini bilmiyordu. Arkadaşından ayrılmak istiyordu. İçi sıkılmıştı. Yalnız kalmak istiyordu ancak arkadaşı bir türlü peşini bırakmıyordu. Namazı bahane etti. “Kocatepe de namaz kılacağım” dedi, arkadaşından izin istedi ve arkadaşının onayını almadan ondan ayrıldı. İçi daralıyordu, göğsü sıkışmaya başlamıştı. Geldiği yerde herkes Ufuk’tan başarı bekliyordu. O başarısız olmuştu. Nasıl geri dönecekti, ne diyecekti soranlara? Bu düşünceler içerisinde Kocatepe camisine geldi, Ahmet Kaya şarkıları gibi dram yüklüydü Ufuk. Kalabalık olmayan bir yer buldu ve merdivenlere oturdu. Birden ağlamaya başladı. Önce sessiz başlamıştı ağlamaya ama biraz geçince ağıta dönüşmüştü ağlaması. Ağlama sesi çoğalınca cami avlusunda dolaşanların da dikkatini çekmişti. Millet birer ikişer başına toplanmaya başlamış, “Niye ağlıyor bu” diye birbirlerine soruyorlardı. Birisi “Cenazesi vardır herhalde” diye yorum yaptı. Musalla taşına baktılar, cenaze yoktu. Cenaze olmadığı gibi hazırlık da yoktu. “Yok,” dedi diğer birisi. “Cenaze değil. Baksana hiçbir hazırlık yok. Üstelik cenazesi olsa da bu camide bunun cenazesinin namazını kılmazlar. Baksana taşralı garip birisine benziyor.”
Orada toplananlar Ufuk’un taşradan geldiğini ve sınavı kaybetmiş bir sayman olduğunu nereden bileceklerdi. Ufuk da anlatamazdı zaten.
Ufuk kalabalığa aldırmadan ağlıyordu. Etrafına toplananlar biraz yorum yaptıktan sonra birer ikişer yanından ayrılmaya başladılar. Ufuk elini cebine attı, mendil arıyordu ama her zamanki gibi cebinde mendil yoktu. Etrafta olanlardan birisi bir mendil uzattı. Ufuk mendili aldı, burnunu, gözlerini sildi. Ağlamaktan rahatlamıştı. ayağı kalktı, gerindi, boynunu sağa sola oynattı, elini yüzünü yıkamak için bir yer aradı, yıkandı, kel kafasını bir güzel ıslattı, geldiği taşraya geri dönüş için hazırlıklara başladı.
Biz, üç kişi: Bayan Personel Müdürü, Saymanlık Müdürü ve ben, Muhasebe Müdürü emekte misafirhaneye vardığımızda yorgunduk. Birer çay aldık. O sırada diğer illerden sınava katılan arkadaşlar da misafirhaneye gelmeye başlamışlardı. Bir ikisi dışında hepsi umutsuzdu. Bavulunu toplayan geldiği gibi geri döndü.
Gece yarısını biraz geçe evimize vardık. Pazartesi sabahı dairelerimizde sınavı kaybettiğimizi söylediğimizde, hepsi inanmak istemiyormuş gibi göründüler. Verdiğimiz o kadar emek, sınavı kazanmamıza yetmemişti. Herkes sınavla ilgili çeşitli yorumlar yaptı, en güzel yorumu ise yardımcım. Dedi ki, müdürüm siz sınav kaybetmediniz sınavı daha iyiler kazandı.
Daha iyiler, sınav sonuçları açıklandıktan sonra mülakat için çalışmaya başladılar. Mevzuata tekrar okundu, taşradan Ankara’ya yolculuk, Bakanlık koridorlarında sıranın kendilerine gelmesini beklerken yaşadıkları heyecan ve tedirginlik, sonra 1 Müsteşar Yardımcısı ve 4 Genel Müdürden oluşan komisyon karşısında, bilgi, kendini ifade etme, temsil kabiliyeti gibi konularda diğer rakiplerinden daha iyi olmak için çabaladılar. Daha iyilerin daha iyileri de mülakatı geçmeyi başardılar.
Şimdi mi? Daha iyilerin daha iyileri kaybediyor. Sebebini ben bilmiyorum! Sizce neden?
Bülent PAPUCCU
Ordu Defterdar Yardımcısı
1.471 Görüntüleme
Defterdar cümle malımın nâzırı olup,
umûr-ı alem ona müfevvazdır.
Ânın izni olmadan bir akçe ne dahil ve
ne hâric-i hazine ola.
Kanunname-i Ali Osman